jospi ///

bütün günüme bütün güneş düşse ne olur,
ne yazar üstümden bulut bütün yürüse
bir tutmuyor beni, ayrılıyorum ikiye.

sakladıklarımı görmene gerek yok jospi.

bazılarımız durdukları yerde öldüğünü söylüyor.
(dünya boktan, sen tamsın, kurduğun cümle eksik)
bazılarımızda eski yıpranmış bir hatırayı
korumak için apışıp kalmış bir çatı.
(sanki eline alsan, yapacaksın gibi.)

bu dünyada insan dediğin ikiye ayrılır jospi
bir: ayrılıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi
davranan medeniler; bir: atlarına davranan
barbarlar. onlar atlarını çöle, topuğunu dikene sürerler.

bilesin, sultan sazlığı’ında boynu eğri bir kuşun
ince boynuna yediği kurşun gibi hainiz hepimiz.
şehirlerimizde bizim birbirimize verdiğimiz sözler jospi,
ohooooooo…

yalan dünya, pıtraklı memleket!
bu dünyada insan dediğin ikiye ayrılı jospi.

Birhan Keskin

red house painters /// katy song

some escape some door to open
this path seems the blackest but i
guess it’s the soonest
but there in the clearing i
know you’ll be wearing
your young aching smile and
waving your hand
can’t go with my heart when i
can’t feel what’s in it i
thought you’d come over
but for some reason you didn’t
glass on the pavement under my shoe
without you is all my life amounts to

a final sleep no
words from my cutting
mouth to your ear or
taut wicked pinches
from my fingers to your bitter face
that i can’t heal
i know tomorrow
you will be
somewhere in london
living with someone
you’ve got some kind of family
there to turn to
and that’s more than i could ever give you

a chance for calm
a hope for freedom
outlet from my cold solitary kingdom
by the forest of our spring stay
where you walked away
and left a bleeding part of me
empty and bothered
watching the water
quiet in the corner
numb and falling through
without you what does my life amount to?

* * *

bir kaçış, açacak bir kapı.
bu en karanlık yol,

sanırım en yakın olanı.
fakat sonunda (sonundaki aydınlıkta)
o genç, acı gülümsemenle olacaksın, el sallayarak.
içinde ne olduğunu bilmediğim bir kalple, devam edemiyorum.
gelirsin sanmıştım, neden bilmem, gelmedin.

kaldırımdaki, ayakkabımın altında ezilen cam kırıntıları;

sen olmadan hayatım buna denk.

son uyku; acıtan dilimden kulağına sözcükler yok,
parmaklarımdan acı yüzüne cimcikler yok,

iyileştiremeyeceğim…

biliyorum yarın londra’nın bir yerlerinde,

birileriyle yaşıyor olacaksın

dönüp gidebileceğin, aile gibi bir şeyler ve

bu benim sana verebileceğimden çok daha fazlası

sükunet için bir şans; özgürlük için bir umut
benim soğuk, yalnız krallığımdan bir kaçış
baharlık ormanımızın yanındaki,

hani yürüyüp gittiğin (terkettiğin)
ve kanayan bir yanımı bıraktığın

bomboş ve üzgün
köşede sessizce suyu izliyorum
hissiz ve yükseklerden düşer gibi
sensiz hayatım ne eder ki?

evet…

(Çeviri için Asena‘ya teşekkürler olsun)

 

tanım/sız

çünkü her şey yine tanımlanamayacak ölçüde bir zaman sonra kafamı karıştırır hale geliyor.

bundan biraz zaman önceki zamanlarda olduğu gibi şu sıralarda da yine hiçbir şeyin temel niteliklerini kavrayamayan bir kafayla baş başba kaldığım için mi oluyor tüm bunlar; sonunu getiremediğim bir yığın cümle var kafamda, çok zor geliyor.