martılar

geçen yılki martılar ölmüş
bu yılkiler yeni, yepyeni
zamanın nerde olduğunu bilmiyoruz.

belki onu denizden çekiyoruz
saban güdüyoruz ay gibi
yaşamı ve ölümü doğuran düş.
geçen yılki martılar ölmüş
denizlerin varsıl yüklemi

ah düşünmeden biliyoruz.
belki onu denizden çekiyoruz
ağ değil ellerimizdeki
daha derini, en derini.

 

Melih Cevdet Anday

 

 

modern bir alışkanlıktır ölmek

“ce sont les bateaux barbaros
ce sont les solies d’ottoman”
ertan kurtulan

ben sana düzenli olarak telefon ediyorum.
adlı bir cengaver olarak telefon ediyorum.
hakiki cinayetler işleniyor görüyorum.
isa görüyor, şeyhim görüyor, ben görüyorum.
ben sana düzenli olarak telefon ediyorum.

yüzyıl şilisinden bir dazz javulcusu inliyor tam arlarımda
hiç durmadan kentlimağlup kıyasıya mağrur ve mor
bir çocuğum şimdi pişman olmak için
birbiriylebağlantılıyüzbinlerceyılım vor.

seni sevmem
bu savaşı
kesintiye uğratmaz
ama ordan bakma!
bu, werther’in
leş kanını
gül kılar.

birleşmemiz radikal olacak ben kan vereceğim
otobüsler olacak, tirenler, bütün öldürülmüş cumhuriyet şehirleri
saçlarım uzun olacak, bıyıklar, gözlükler, gideceğim
çığlıklarla düzülmüştür aşk şiirleri.
gideceğim ensk ökümde devlet denen şirk,
beb gözüğümde kent gördükçe kırılan gıçlar,
ve bir dizeyi haklar gibi terli ellerim
bu çağın açısını dik tutacaklar.

bana bir öpücük verin yoksa galip döneceğim
ufka bir kesin ordum akıverecek
elimde çözülecek makina ve cinayet
marşlar yazıp halkımla söyleyeceğim yoksa.

inanmışım kaybetmek esrarıdır olmanın
çıldırmış bir vaşak gibi kaybediyorum.
ipimden kurtulmuşum kaybediyorum.
birleşmiyor ellerimiz haykırıyor trapez
tanklar tank olup geçiyor üstümüzden
helvetius haklı, devlet şaşkın, piyanist kara
memleket sana rağmen ket vururken yarama
şu çıplak çocuk şu tüyük bürk şairi ben
-ve emir “kun” diyor; doğuruluyorum-
“bu ülke”den daha bıçkın tamlama bilmiyorum.
bana bir öpücük verin yoksa şair öleceğim
ikdildar tohmekecek sözüme yoksa
ve bir dizenin tan yerini ağartamsıysa
ellerini tutarım ki kudurtucudur.
bunun için gözlerinin meryem hali sevgilim
gözlerinin meryem hali gerçek yurdumdur
ki zuhrettiğinde ilk formuyla isa yeniden
ağlıyorum, ağlıyorum, ağlıyorumdur.

ben bu çağdan bir kere de şerefimle geçeceğim
lazım gelen gülleri göğsüme gömmüşüm
birleşmemiz radikal olacak ben kan vereceğim
bunu daha çok küçükken bir filmde görmüştüm!

ah laikse aşkımız biter elbet bir kışbaharyaz günü
gözlerin uçurumlar kaydeder avuçlarıma
bir çınar gövdesini bir hamle daha yayar
üç içbükey komodin silah çeker vurulur
sen gidersin, denklem düşer, ben aşk olduğumu ağlarım
bir kelebek konduğu yerde bir mayın olduğunu anlar.

ben dünyaya karşı durmak ile meşhurum
olma. yokluğun bulunmama larcivert lavlar akıtır.
nasıl çekip gitmiş bir şaman
çekip gitmiş, bir şaman değilse en çok
benim gibi sonsuz bir at
hiç koşmuyorken de attır.

biliyorum lir sızmıyor şakaklarımdan
ve yüzümde şeyh çıldırtan yarıklar da yok
annem beni hep çok sevdi, kız gördüm mü ağlıyorum
modern bir alışkanlıktır ölmek, seni doğasıya seviyorum
ben sana düzenli olarak telefon ediyorum.

mıknatıssız bir pusula olarak
ah muhsin ünlü

gece düşünceleri / friedrich nietzsche

ışığa baktım, bir sivrisinek
uçuşuyordu etrafımda, iskemleye yığıldım:
alıştığım çevreden geçip gitmiş,
alıştığım zevkleri içip bitirmiştim.
saçımı rüzgara, göğsümü sellere,
kalbimi alacakaranlığa, dostça sunmuş,
ve hafifçe kaynaşan kanımı usulca uyandırmışım,
ölüleri anarak, en sevilen ölüleri.

gördüm bulutlarda duranları –
yalnızdım ve arada bir bakıyordum.
bu onların güzel tavırları mı? belli belirsiz
sallıyor gece rüzgarı titreşerek yelpazesini.
bu onlardı, onlardı. aralarında mısın sen de?
benim için öldün sen, ama göğsümdeki her şeyden
daha mı çok seviyordum seni? sen de mi gittin?
hayır, sevgin öldü senin ve geçip gitti öteye!

etrafım sessiz. perdenin arasından
dikkatle bakıyor soluk yüzlü ay.
burada ne arıyor ay? uçuşan hayaletler gibi
çevresinde dolanıyor, incecik narin bulutlar.
duvarıma vuruyor titreşen yansıları –
seviyorum onların titreşmesini –
görüyor gibiyim, düşüncelerin ara sıra dansını
çevresinde sakin mezarların.

önümde, açılmış kitaplar,
arasında yazılı bir sayfa;
kitaplar öylesine ölü – ben tedirgin,
uzanıyorum mektuba: yazı yorgun,
ölmüş onu yazan el,
ölmüş o ele emreden yürek.
bu mektuba yansımış bütün sevişim,
bu satırlara bütün çilem.

ve gene de ölü değilsiniz, ey siz kalın ciltler,
siz, bilgelik dolu karınlar, ölü değilsiniz –
alıyorum şimdi, dostça, seni ellerime
bana teselli verdin, şarap ve ekmek verdin
acılar beni yıktığında, sen, benim shakespeare’im;
ruhum bunu unutmamalı:
onlar ay gölgesi gibi gittiler,
sense bana sadık kaldın, ey derin anlamlı yüz!

tükenmiş nerdeyse ışık – ve yeniden canlanıyor,
aydınlatıyor odayı, göğsümün içini:
uyan yüreğim, çık mezardan
ve çıkart sabahın yeni zevkini!
daha sönmedi ruhunun ateşi,
daha saçabilirsin uzaklara parlak kıvılcımlar,
paslanmış yatıyor demir kılıcın kumlar içinde –
al kayaları, şimşekleri, bilemek için onu!

çöktü, söndü ışığın son pırıltısı da,
hızla koşuşuyor artık ayın gölgeleri.
pencere camı tıkırdıyor – gece bakıyor içeri soluk soluk,
sallıyor iniltiyle gece rüzgarı yelpazesini.
elim uyuşmuş, yazmaktan nihayet yorgun,
gözlerim bezgin, hüzün dolu.
sivrisinek vızıldıyor gece türküsünü yavaşça –
dinleniyorum, kendi içime dalmış, koltukta.

Friedrich Nietzsche

Lou Salome, Paul Ree, Nietzsche

merhaba canım*

ben az konuşan çok yorulan biriyim
şarabı helvayla içmeyi severim
hiç namaz kılmadım şimdiye kadar
annemi ve allahı da çok severim
annem de allahı çok sever
biz bütün aile zaten biraz
allahı da kedileri de çok severiz

hayat trajik bir homoseksüeldir
bence bütün homoseksüeller adonisttir biraz
çünkü bütün sarhoşluklar biraz
freüdün alkolsüz sayıklamalarıdır

siz inanmayın bir gün değişir elbet
güneşe ve penise tapan rüzgârın yönü
çünki ben okumuştum muydu neydi
bir yerde tanrılara kadın satıldığını

ah canım aristophanes
barışı ve eşşek arılarını hiç unutmuyorum
ölümü de bir giz gibi tutuyorum içimde
ölümü tanrıya saklıyorum
ve bir gün hiç anlamıyacaksınız

güneşe ve erkekliğe büyüyen vücudum
düşüvericek ellerinizden ve
bir gün elbette
zeki müreni seveceksiniz
(zeki müreni seviniz)

*Arkadaş Z. Özger

tractatus logico – philososphicus

4.002*

İnsan, her anlamın dilegetirmesini sağlayan diller kurma yeteneğine sahiptir; her sözcüğün nasıl ve neyi imlediği konusunda hiçbir fikri olmaksızın. -Nasıl ki insan, tek tek seslerin nasıl çıkarıldığını bilmeksizin, konuşur.

Gündelik dil, insan örgenliğinin bir parçasıdır ve ondan daha az karmaşık değildir.

Ondan, dilin mantığını dolaysız olarak çıkarmak, insan için olanaksızdır.

Dil düşünceyi örter. Öyle ki, örtünün dış biçiminden, örtülen düşüncenin biçimi konusunda sonuç çıkarılamaz, çünkü örtünün dış biçimi, tamamiyle başka amaçlar için kurulmuştur; gövdenin biçimini belli etmek amacıyla değil.

Gündelik dilin anlaşılması için yapılan sessiz düzenlemeler, korkunç derecede karmaşıktır.

fotoğraf 4

4

*Ludwig Wittgenstein – Tractatus Logico – Philososphicus, Çeviri: Oruç Aruoba.

tanım/siz. siya siyabend ankara konseri

Uzunca bir süredir Siya Siyabenddinliyorum sıklıkla, sabah uyandığımda ve yatmadan hemen biraz önce, yaklaşık 20 gün oluyor Ankara’da konserlerini de izleme olanağım oldu tekrardan; bu yazınında amacı budur. Yok’tur.

Siya Siyabend

Siya Siyabend

Siya Siyabend’i sahnede izlerken müzikte serbest çağrışımın ve doğaçlamanın ne kadar önemli bir yeri olduğunu çok daha net anlıyorum; kayıtlardan dinlerken de gerçi aynı hissi sıklıkla alsam da, sahnede müziğin gerçekliğini bindiriyor onlar omuzlarıma, gözlerime ve kulaklarıma… Neyse…

Bizon ve arkadaşları sahnede müziklerini icra edip, acılanmalarımızı dallandırıp budaklandırırken; -binbir- yerden bizi örerken konserden sonra fark edebildim ki fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla elinde Cemal Süreya vardı, Sevda sözleri… “-Anlayana Cemal Süreya-” dediğini hatırlar gibiyim, küçük bir hatırlatmayla da olsa… Sevda sözleri edebi açıdan beni zaten her yerimden yakalayan bir kitap olduğundan ve bana tam 30 eylül 2008’de hediye edildiğinden filan, bunlardan bahsetmeyeceğim, konser 30 eylül 2009’da idi…

Güzelliklerden payını almayanlar diyorum. Bu başka bir yazının konusu olsun(-da.)

Neyse Siya Siyabend müzikal açısı ve tavrı gereği her hangi bir -yerli malı- müzik veya müzisyenlerle karşılaştırılamayacak kadar radikal bir grup zaten. -Bırak allasen-cilereyse söyleyecek lafım yok; daha yolları var…

Siya Siyabend “deliliğe övgüdür!”

Bir de Bizon videosu ekleyeyim tam olsun…

Bitti.

Fotoğraf: Murat Gökçin

Edit: 22 Ekim Perşembe akşamı tekrardan Ankara’dalar; EskiYeni’de.